kurumsal

GİRİŞ

İnsanoğlu daha doğumdan itibaren içgüdüsel olarak iletişim kuracağı bir başka nesneye yönelmektedir. Bağlanma çalışmalarının bir çoğu bebeğin psikolojik gelişiminin ancak anne veya bakım veren ile bir iletişim içerisinde sağlanabileceğini bulmuşlardır. Günümüz nörobiyoloji çalışmalarında ise anne-çocuk etkileşiminin sadece psikolojik değil aynı zamanda da beyin gelişimin tamamlanabilmesi, dil gelişimi için hayati önem taşıdığını bulmuşlardır. Aslında iletişim yaşamımızın her alanında varlığımızı daha etkin bir şekilde sürdürebilmemiz ve gelişimimizi sürekli kılmamız açısından da hayati önem taşımaktadır.

İletişim genel olarak insanlar arasındaki düşünce ve duygu alışverişi olarak tanımlanmaktadır. Etkili iletişim bu alış veriş esnasında her türlü mesajı alan ve veren arasında ortak bir bilgi, düşünce ve tutum ortaklığı yaratmaktır. Yani üzerinde mutabık olunan ortak bir ifade ile birçok farklı kişinin içsel süreçleri, düşünce duygu ve tutumlarını mümkün olduğunca ortak, paylaşılan, uzlaşılan ve birlikte geliştirilebilir yeni bir ifade dizgesi haline getirebilmektir.

Yönetim becerileri açısından etkili iletişim, bir yöneticinin öncelikle inşa etmesi gereken bu ortak lisanı tüm üyelerin katılımı ve ifadeleri ile birlikte oluşturmak ve herkes tarafından paylaşılıp anlaşılabilecek semboller dizgesi haline getirebilmektir. Tanım kendi içerisinde sofistike bir havası varmış gibi görünse de özünde hiç de sofisitike olmayan, her bir bireyin kendini tüm yalınlığı ile ifade edebileceği açık bir etkileşim oluşturulmasını içermektedir. Bunun oluşturulabilmesi kişilerin hem kendilerinin hem de iletişimde bulundukları diğer bireylerin içsel dünyalarının ve psikolojik süreçlerinin anlaşılması önemli rol oynar.

Yukarıda tanımlamış olduğumuz etkili iletişim kapsamında yöneticinin bir çok farklı özelliği bir araya getirebilmesi gerekmektedir. İletişim dizgesinde bulunulan kişi ve durumların bağlamsal anlaşılabilirliği ve bu bağlamların iletişimin bir parçası olarak kendilerini ifade edebildikleri bir yaklaşımdan söz edilmektedir.

Bu çalışmada yukarıda bahsettiğimiz bu özelliklerin neler olduğunu daha çok psikolojik bağlamları açısından inceleyeceğiz. Bu çalışma bir doküman incelemesi çalışması olup etkili iletişimin konu kapsamında seçilen bazı psikolojik süreçlerini tanımlamayı hedeflemiştir. Bu hedefleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1. İletişimdeki ihtiyaçlar
2. Kişilerin öz farkındalığı
3. Karşılıklılık (reciprocity)
4. İletişimin sınırları
5. İletişimde Karakter Patolojileri

I. İLETİŞİMDE İHTİYAÇLAR

Organizmanın, kendisinde giderilmesi gereken bir eksiklik duymasına "ihtiyaç", bu ihtiyacı gidermek üzere organizmada beliren güce "dürtü", organizmanın ihtiyacını gidermek üzere belli bir davranış göstermesi eğilimine ise "güdü" denilmektedir. O halde insan davranışlarının temelinde ihtiyaçlar yatmaktadır.

Guthrie’ye göre güdülenme sadece çağrışımsal bağların oluşturduğu hareketleri belirlemesi açısından önemlidir. Yani dürtü; yeme içme gibi belirli bir tamamlanmamış tepkiyi oluşturan uyarıcı-tepki sıralaması için önemlidir. Aç bir kedi tok bir kediden farklı hareket edecektir. Gutrie’ye göre dürtüler süreğen uyarıcı sağlaması bakımından önemlidirler ve organizmayı amaca ulaşıncaya dek aktif tutarlar. İşyerinde çalışan bireyler kendi ihtiyaçların buradan karşılama seviyelerine göre süreğen uyarıcı silsilesinin etkisi daha yoğun olacaktır.

Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi sınıflamasını aşamalı bir sıralamayla ifade etmiştir. Maslow’a göre insanın ihtiyaçları; fizyolojik, güvenlik, sevgi ve ait olma, takdir ve saygı, kendini gerçekleştirme gereksinimleridir. Maslow daha sonra bu sıralamaya, estetik ihtiyaçlar ve doruk deneyimler aşamalarını da eklemiştir.

Bireyler çalışmaya başladıkları işyerleri gibi, içinde bulundukları gruplara kendi benlikleri ile birlikte tüm kişisel ihtiyaçlarını da getirmektelerdir. İşyerinde elde edilen gelir ile temel fizyolojik ve barınma ihtiyaçlarını karşılayabilirler ve bunu kazandıkları gelir üzerinden daha somut bir şekilde değerlendirebilirsiniz. Ancak ait olma, saygı görme ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçları oldukça soyut kavramlardır ve her bir bireyin kendi perspektifinden anlaşılması önemlidir. Bu bağlamda yöneticinin hem kurumun ihtiyaç ve hedefleri ile çalışanların ihtiyaç ve hedeflerinin örtüşüyor olmasını sürekli test etmesi önemlidir.

II. KİŞİLERİN ÖZ FARKINDALIĞI

İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği kendi düşüncesi üzerine düşünebilme kapasitesidir. Bu bağlamda hem kendi düşüncesini değerlendirebildiği gibi birey kendi içerisindeki duygulanımsal süreçleri de değerlendirip bunları söze dökme kapasitesine sahiptir. Bu kapasite Peter Fonagy tarafından mentalizasyon olarak tanımlanmıştır. Ayrıca da sağlıklı bir mentalizasyon kapasitesinin bireye sağlıklı bir duygulanım düzenlemesi sağlayacağına vurgu yapmaktadır. Duygulanım düzenlemesi bireyin kendi içindeki duygulanımlarını yatıştırabilmesi, kendini sakinleştirebilmesi ve bulunduğu ortamın sürekliliğini sağlayabileceği bir dış etkileşimi sürdürebilme kapasitesini ifade eder.

Diğer taraftan bireyler kendi genetik seçici algılamarı da dahil olmak üzere yetiştirilme ve öğrenmeleri tarafından etkilenen önyargılar ile donatılmışlardır. Her bir iletişimde her ne kadar öteki odaklı olarak iletişim kurulmaya çalışılsa da önyargılarımız kişilerin kendi sistemleri içerisinde sessiz ama etkin bir şekilde kendi varlıklarını sürdürmektedir. Bu önyargıların bir çoğu mizaç özelliklerimizin getirdiği seçici algılama ve dil öncesi sembolik öğrenme döneminde oluşmuş olan yapılar olduğundan fark edilmeleri çok daha zordur.

Dil edinme evresinden sonra bu yargılar daha çok kalıp yargılar olarak etkili olurlar. Kalıp yargılar bir toplumsal gruba (cinsiyet grubu, azınlık grubu, etnik grup, yaşlı, çocuk, Mülkiyeli, Bilkentli) ilişkin inançlardır. Her kalıp yargının birkaç ögesi vardır. Bunları; (1) kategori adı, (2) kategoriyi belirleyen bir takım özellikler, ve (3) bu kategoriden bazı örnekler olarak ü maddede ifade edilebilir. Örneğin; “çocuk” kategori adıdır, “sevgi dolu, masum, konuşkan, çabuk etkilenen” kategoriyi belirleyen özellikler, “komşunun kızı Ayşe” ise bir örnektir.

Grup içi ve gruplararası etkileşimde yöneticinin kendi düşünsel ve duygulanımsal süreçlerinin, her türlü önyargı ve kalıpyargının farkındalığı daha temiz ve açık bir iletişim olanağı sunacaktır. Karşı taraftan gelen geri bildirim ile bu geri bildirimin kendi iç dinamiklerimizdeki yansımalarını birbirinden ayırt edemez isek o zaman gelen her türlü geri bildirimi kendi iç dinamiklerimize göre yeniden kurgulamış ve yeniden inşa etmiş oluruz. O zaman da bu iletişim kişinin kendinden kendine olan bir iletişim özelliği kazanabilir ve iletişimin önüne sert ve aşılması güç bir kısır döngü oluşturabilir.

Kendi ruh hallerinin farkında olan kişiler, duygusal hayatları hakkında belli bir anlayışa sahiptir. Duygularının bilincinde olmaları diğer bazı kişilik özelliklerini de destekleyebilir: Özerk birey, kendi sınırlarından emin, psikolojik açıdan sağlıklı ve hayata olumlu bakabilen bireydir. Kötü bir ruha haline girdiklerinde bile bir süre sonra kendilerini bu durumdan kurtarabilirler. Kısacası özbilinçleri duygularını idare edebilmelerinde kolaylık sağlar.

Yöneticiler, iletişimde kendi iç dinamiklerinin mümkün olduğunca farkına varabilmeleri önemlidir. Bu noktada kendi güçlü ve zayıf noktalarını da bilebilirler. Kör noktalarını geliştirebilir ve güçlü yönlerini de pekiştirebilirler. Kendi iç dinamiklerinin farkında olmayan yöneticiler kendilerine yapılan kendileri ile ilgili bazı geri bildirimleri kavramakta sıkıntı çekebilirler. Ancak içsel dinamiklerine yönelik bir içgörü ve özfarkındalık geliştirebilmiş olan yöneticiler bazen zayıf olan bazı yönlerini bile iletişimde bir avantaja dönüştürebilirler.

III. KARŞILIKLILIK (RECIPROCITY)

Khun (1962) bilimdeki farklı paradigmaları farklı “düşünme biçimleri” olarak tanımlamıştır. Her model eldeki veri alanının tamamını kullanmasına rağmen, bu verileri farklı biçimlerde bir araya getirerek kullanır. Bir tarafta şekil olarak algılanan diğer tarafta zemin olarak algılanabilir. Ve bu aynı veri alanı içerisinde bireylerin konumlarını değiştirmeleri birbirlerinin algılarını ve dolayısıyla da bunu ifade etme biçimlerini de değiştirebilir.

Her bir iletişim dizgesi içerisinde sözün anlamı karşılıklı olarak yeniden inşa edilir. Zira iletişimde her bir sözü öncelikle sentaks bir bağlam içerisinde değerlendirmeyiz. Öncelikli olarak semantik olarak yani anlamsal bakımdan ele alırız ve bireyler bu anlamları belirlemede birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler. Farsça’da semantik kelimesinin anlamı üç değerli mantık demektir. Bu tanım, anlamın farklı paradigmalar ve farklı yaklaşımlar üzerinden farklı değerlere sahip olduğunu vurgulamaktadır.

Psikolojide ilişkisel model kuramcıları bütün anlam için ilişki içerisinde oluşur ve dolayısıyla hiçbir şey, tamamıyla doğuştan gelmez der. Hatta açlık, boşaltım, orgazm gibi temel bedensel olaylar bile, ilişkisel matriksin sembolik dokusu içerisinde deneyimlendikleri ve yorumlandıkları gibi ele alınırlar. İnsanın sosyal doğası onu çok farklı biçimlerde bağlantı kurma emniyet, haz, onaylanma, karşılıklı olarak anlaşma vb. arayışlara yönlendirir. Sonsuz çeşitlilikteki bağların hangi boyutlarının belli bir kişi için dinamik olarak merkezi ve çatışmalı hale geleceği, önemli ölçüde kültürel ve ailesel bağlamın özelliklerine ve bireyin kendisinde keşfettiği yeteneklerin, duyarlılıkların ve ritmin bu bağlam içerisinde özgül olarak nasıl bir araya geldiğine bağlıdır.
Wilfred R. Bion (1959) yansıtmalı özdeşim kavramı ile klinik çalışmalara farklı bir boyut getirmiş olmasının yanında esas vurgusu; kişilerarası ilişkide yansıtmalı özdeşimin etkilerini ve sürekli işleyen bir mekanizma olduğunu ifade etmesidir. Kişiler kendi içlerinde duygusal olarak taşıyamadıkları, düzenleyip sakinleştiremedikleri “kötü” parçalarını ve kötü duygularını iletişimdeki öteki kişiye yansıtırlar. Öteki kişi kendisine yansıtılan bu negatif yansıtmalar ile özdeşim yaparak aynı negatiflikle bu kişiye öfke, duyabilir. Ve bu öfkeyi de tekrar kendisine yansıtan kişiye geri kusabilir. Zaman zaman iletişimlerde fark etmeden bazı insanlarla birlikteyken gergin, sinirli, sabırsız olduğumuzu, normalde çok sinirlenecek bir şey olmadığı halde sinirli bir şekilde tepki verdiğimizi fark edebiliriz. Bu noktada fark edilmesi gereken husus diğer bireyin kendi içinde hissettiği kötü duygulanımlar ile özdeşim yapmış olmamızdır.
O nedenle iletişimlerde kendi içsel duygularımız ile diğer tarafın taşıyamadığı ve yönetemediği için bize attığı bu duyguların ayırt edilmesi önemlidir. Eğer bu ayırdım yapılıp, gelen negatif duygular karşı tarafa pozitif bir formda aktarılabilinirse bu şekilde öteki kişi kendi içerisinde taşıyamadığı, yatıştıramadığı duyguyu sizden olumlu bir formda geri alarak onarma imkanına sahip olabilir. Dolayısıyla da kişilerin çözümlenmemiş içsel çatışmalarının sürekli olarak güncel ilişkilere intrusive (zorla giren) bir şekilde girmesinin de önüne geçilmiş olunabilir.

Yansıtmalı özdeşimin özünü bilebilen yönetici, çalışanlarının içsel çatışmalarını anlamda ve hangi duygulanımlarla baş etmede zorluk yaşadıklarını anlamada önemli bir rehber görevi görebilir. Bireylerin o anki iletişimden ziyade kendi iç dünayalarında çözümleyemedikleri bazı negatif duygulanımları ortamdaki diğer çalışanlara da atarak grubun negatif etkilenmesinin de önüne geçilmiş olunur.

IV. İLETİŞİMİN SINIRLARI

Belirli bir şirkette bir çalışma grubu oluşturmuş olan bireyler aslında “şirket” adı altındaki bu grubun dinamikleri tarafından etkilenirler. “Şirket” grubunu Bion’un bakış açısı ile alırsak; şirket içindeki yinelenen işleyişleri aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz.
Bion’un gözlemlerine göre (gruplarda deneyimler), grupların yinelenen duygusal durumları temel varsayımlar olarak görülebilir. Her grupta aslında iki grup mevcuttur: Çalışma Grubu ve Temel Varsayım Grubu.
Çalışma grubu, grubun asli görevi, grubun kurulma amacı ile ilişkili grup işlevselliği boyutudur; grubu gelişmiş ve akılcı davranış düzeyine bağlı tutacaktır”. Bu noktada yönetici çalışma grubunun bir üyesi olmak durumundadır. Ancak aynı zamanda da Temel varsayım grubunun dışşal bir gözlemcisi ve katılımcısıdır da.
Temel varsayım grubu, grup davranışının dayalı olduğu altta yatan örtük varsayımları anlatır. Bion belirgin olarak üç temel varsayım tanımlamıştır: bağımlılık, kavga-kaçma ve eşleşme. Bir grup bu temel varsayımlardan herhangi birini benimsediğinde, bu durum grubun başarmaya çalıştığı göreve karışıp onu engeller. Grup dinamiklerinin bu yönünün yönetici tarafından anlaşılmasının etkin grup çalışması yönünde içgörü kazandıracaktır.
Bağımlılık durumunda, grubun asli amacı tek bir birey üzerinden güvenliği sağlamaktır. Bu grup kültüründeki temel varsayım, dış bir nesnenin güvenliği sağlama işleviyle var olduğu yönündedir. Grup üyeleri pasif davranış sergiler ve lider her şeye gücü yeten, her şeyi bilen özellikteymiş gibi hareket ederler. Baskın yöneticiler ya da pasif çalışanlar tarafından böyle bir süreç oluşabilir. Bu noktada süreci yürütme ve gelişim kapasitesi yöneticinin sınırlılıkları tarafından belirlenir.
Kavga-kaçma temel varsayımında, grup sanki kendini her ne pahasına olursa olsun korumak üzere bir araya gelmiş gibi davranır. Kavga halinde grup saldırgan davranış gösterebilirken, kaçma halindeyse eldeki görevi önleme çabasıyla hikayeler anlatabilir, geç gelebilir.
Eşleşme durumunda, iki kişi yalnızca bir amaç için bir araya getirilebilir – üretmek için. Grup üyeleri, umutlu bir bekleyiş halinde hevesle ve ilgiyle onları dinlerler.
Şirket kendi grup kimliği içerisinde iletişimin sınırlılıklarını belirler. Çalışma grubu temel varsayım grubunun etkileşimini kendi işlevsellik boyutu bağlamında etkiler. Bu her iki dinamik ayrı ayrı işleyen yapılar gibi görünse de her ikisi de birbirleri ile olan etkileşimde şekil değiştirebilir ve ona göre yeniden farklı yapılanmalara yönelmekeri gerekebilir. Ancak bu noktada her zaman temel varsayım grubunun belirlediği grubun asli görevi tüm bu değişen etkileşimlere kendi değişmezliği kapsamında sınırlılıklar getirecektir.

V. İLETİŞİMDE KARAKTER PATOLOJİLERİ

Evrende eşit özelliklerin eşit dağılımda olduğu ön kabulünden yola çıkarsak; içinde bulunduğumuz ortamlarda ruh sağlığı ve patoloji scalası içerisinde en sağlıklıdan en patolojik olana dek bir sıralanım olduğunu kabul etmek durumunda kalırız. Bu akıllara “Nasıl olur da patolojik insanlar işyerlerinde bulunabilir?” sorusunu getirebilir. Ancak belirli şizofreni gruplarının anlaşılmasının zor olduğunu biliyoruz. Kişinin şizofreni yatkınlığı olsa bile genellikle ilk atak 20 li yaşların başlarında öngörebiliriz. Diğer taraftan şizofreni tanızı alıp ilaç ve terapi desteği ile iş yaşamlarına devam eden bir çok kişi vardır. Şizofreni örneği psikotik seviyede uç bir örnek aldu. Diğer tarafta karakter patolojilerinde kişinin işlevselliğinin farklı alanlarda ve seviyelerde etkilenmesi söz konusudr. Dolayısıyla iş yaşamında bu tür kişilerle de bir arada çalışmaktayız.

Burada vurgulamak istediğim nokta karakter patolojilerinin özellikle kişilerin tüm kişiler arası ilişkilerine yansıyacağı dolayısıyla da iş gruplarını ve çalışma süreçlerini doğrudan etkileyeceğidir. Bu noktada etkili iletişimden söz edebilmek için öncelikle iletişimi kesintiye uğratacak hususlar üzerine vurgu yapmamız gerekecektir. Kişilerin karakter patolojiler olması onları iş yaşamından dışlamamızı gerektirmez; aksine iletişimde hangi alanlarda sorun yaşayabilecekleri hususların etkin bir şekilde ele alınıp anlaşılmaya çalışılması bu sorunların çözümüne katkı sağlayacaktır.

Karakter patolojisi olan kişilerin bilinçlerinde aşağıdaki bozukluklar görülür. Bu bozuklar aynı şeklide bu kişilerin iletişimlerine yansıyacağı için bağlanma ve ilk nesne ilişkileri bağlamında yeterince iyi anne figürüne sahip olamamaları nedeniyle oluşan bu gelişimsel duraklamaları yaşamları boyunca kuracakları tüm kişilerarası ilişkilerine ve etkileşimlerine de aynı şekilde etki edecektir.

1: Kişinin kendisiyle dış dünya, yani gerçeklik arasında ilişki kurmakta zorlandığı durumlardakine benzer bir diyalektik yitimi. Bu genellikle, hastanın deneyiminin ne kadarının iç dünyadan, ne kadarının dış dünyadan kaynaklandığını bilememesi şeklinde kendini gösterir. Kişilik bozukluğu olan kişiler, ruh dünyalarına ait olanla gerçeklik deneyimlerini karıştırırlar. Kendi huzursuzluklarından ötürü başkalarını suçlama eğilimindelerdir.
2. Bilişsel katılık, kişilik bozukluğu olan hastalarda en yaygın görünen savunma mekanizmasıdır. Bu hastalar diyalektik yitimiyle birlikte, uç durumlardan birine takılırlar. Katılık kişinin kendine veya başkalarına karşı oluşturduğu algı ve inançlarına inatçı bir bağlılık, inançlarına uygun olmayan geri bildirimleri bütünleştirme ve deneysel ayrılma ve birleşme durumları arasında salınım yapamama şeklinde kendini gösterir. Sabit bir gerçeklik algısı, gelişmekte olan çocuğun bir özelliği olmasına rağman sağlıklı yetişkin, düşünüşte artan bir düşüş ve karmaşıklığa doğru ilerler.
3. Bağlılıktan kaçınma ve kişisel ihtiyaçtan nefret etme. Bağlılık bağımlılık değildir. Bağlılık başkalarının değerinin bilinmesini ve ayrılmayı kabul etmeyi gerektirir.
4. Sembolleştirme yetersizliği, somut zihinsel işlevleri ve iç-dış dünya arasındaki diyalektiğin yitirilmesini ifade eder.
5. Bozuk ve zayıf zihinselleştirme, bir zihne sahip olmanın dünyayı deneyimlemeye aracılık ettiğini aşamalı olarak fark etmedeki yetersizlik olarak tanımlanabilir. Bu şaşırtıcı kazanım çocuğun kendisini başkalarının bakış açısı ve özellkilleriyle özdeşleştirmesiyle ortaya çıkar. Neticede hem empati kurma yeteneğine hem de öznel bir kendilik algısına katkıda bulunur.
8: Sorunlu empati kapasitesi, empati kendiliğin başkalarına dair yeni ortaya çıkmaya başlayan farkındalığından kaynaklanan bilincin gelişmesindeki ilk parçalardan biridir. Bu nedenle empati çalışmalarını ilerletmeleri için klinisyenlere öğretilemez. (Masterson 2008, s.60).

Etkili bir iletişimde yöneticinin sadece iletişimin ve kişilerin güçlü yönlerini ele alması yeterli değildir. Esas zor olan iletişimde düğümler ve kesintiler oluşturacak diğer süreçleri de fark edebilmektir. Söz konusu olan insan olduğunda olumlu ve olumsuz özelliklerin bir arada değerlendirilerek her ikisinden daha olumlu bir iletişime nasıl geçilir kısmının sorgulanması gerekir. Bu bağlamda karakter patoloji hakkında bilgi sahibi olmak iletişimde karşımıza çıkabilecek maladaptif döngülerin görülmesine olanak sağlar. Böylece de üzerinde çalışılıp bu döngülerin aşılmasına da imkan sağlanmış olunur.

SONUÇ

İnsan kendi iç dinamikleri ile anlaşılması gereken karmaşık bir yapıdır. Bu karmaşık yapıların birbirlerini maksimum seviyede anlayabildikleri ortak bir lisan üzerinde anlaşabilmeleri için hem kendi hem de ötekilerin iç dinamiklerini gözlemleyip anlamalandırabilmeleri gerekir. Etkili bir iletişimin temelinde insanın öncelikle kendisinin ve aynı şekilde ötekinin iç dinamiklerini anlaması, anlamlandırması ve söze dökebilmesi yatmaktadır.

Yönetici şirket grubunun ortak lisanını gruba aktaran birey olmanın ötesinde bu dili grup üyerini ve onların bakış açılarını da katarak, onlarla birlikte oluşturabilmelidir. Bu noktada her iki tarafın da artı ve eksi yönleri iletişime katkı sağlayacak bir formda ele alınmalı ve grup dinamiğinden ziyade kişisel süreçlerden kaynaklanan kör noktaların fark edilmesi önemlidir.

Bu çalışmaya başlarken kendimi bir çok konu başlığı eklemiş olaraka buldum. Şüphesiz ki ben burada kişilerin iç dinamikleri ile ilgili olarak kısıtlı konu başlıklarını kısıtlı bir zeminde ele alabildim. Yukarıda belirttiğim hususlar her bir şirket içerisinde kendi grup dinamiği ve kişilerin biricik süreçleri ele alınarak daha geniş boyutlarda uygulamalara dönüştürülebilinir. İletişimin etkili olabilmesinde en önemli hususların başında kişilerin örtülü psikolojik süreçlerinin anlaşılması, anlamlandırılması ve ortak bir lisana yerleştirilmesi gelmektedir. Bu şekilde yönetime konu olan yetkilendirme, motivasyon, toplantı, stres, çatışma, zaman yönetimi; etkili bir iletişim çerçevesinde maksimum verimlilikte ele alınabilir.

KAYNAKÇA

Daniel Goleman: Duygusal Zeka EQ. İstanbul, Varlık Yayınları, 1996, s.79

Erol Göka vd.: İnsan İlişkilerinde Yansıtmalı Özdeşim. Türk Psikiyatri Dergisi, 2006, 17(1):46-54

Jerry M. Burger: Kişilik. İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004, s. 432

Dr. Kaya Derya: http://www.enf.mu.edu.tr/ders_notlari/enf101/iletisim_ve_Sunum_Teknikleri.pdf 22.02.2001

Loray Daws: Bion Semineri. Istanbul, 2011, yy.

Masterson, J. F. (2008). Bağlanma Kuramı ve Nörobiyolojik Kendilik Gelişimi Açısından Kişilik Bozuklukları. İstanbul: Litera Yayınları.

Nuran Hortaçsu: Grup İçi ve Gruplar Arası Süreçler. Ankara, İmge Kitapevi, 1998, s.229

Prf. Dr. Nuray Senemoğlu: Gelişim Öğrenme ve Öğretim. Istanbul, Gazi Kitapevi, 2005, s.118

Stephen A. Mitchell: Psikanalizde İlişkisel Kavramlar Bir Bütünleşme. İstanbul, Bilgi İletişim Grubu Yayıncılık, 2009, s. 59 – s.62